Alparslan Kuytul Hocaefendi’den ‘İstikamet Üzere Olmak’ Konulu Hasbihal Programı

0


Alparslan Kuytul Hocaefendi ile “İstikamet Üzere Olmak” konulu bir söyleşi programı düzenlendi. İnternetten canlı olarak takip edilen programda istikamet kavramı üzerinden bir çok soruyu yanıtlayan Alparslan Kuytul Hocaefendi, istikametin İslam’daki önemini anlattı. Programın tamamı soru ve cevap olmak üzere şu şekilde;

Sunucu: Bizden önceki ümmetlerde ki sapmalar nelerdi? Bugün Müslümanlarda görülen sapmalar nelerdir?

Alparslan Kuytul: Şimdi bizden önceki ümmetler deyince önce akla gelen İsrail oğulları, Hz. Musa Aleyhisselam’ın ümmeti ve ondan sonra gelen Davud Aleyhisselam’ın ve Hz. İsa Aleyhisselam’ın ümmetleri. Bu peygamberlerin hepsi de İsrail oğullarına gönderilmiş olan ve İsrail oğullarından olan peygamberlerdir. Mesela Hz. Musa Aleyhiselam zamanında görülen sapmalardan bir iki misal verecek olursak yani geçen hafta hatırlarsanız Tevrat’ta görülen birtakım sapmalardan bahsetmiştim. Yani mesela Allah Azze ve Celle’nin Hz. Âdemi cennette araması bulamaması gibi o haram olan meyveden yiyince Hz. Âdem’in ağaçların arasına saklanması üstü başı açıldığı için o utançla ağaçların arasına saklanması ve Allah’ın da onu arayıp da bulamaması gibi itikadı ve ciddi bir sapma tamamen küfür sayılabilecek olan bir sapmaydı. Yani Allah’ın kulunu görmediğine işaret eden, Allah’ın her şeyi görmediğine inanan bir insan modeli ya da böyle bir din anlayışıydı. Halbuki Allah Azze ve Celle elbette ki her şeyi görendir. Bu itikatta bir sapmadır ve Allah’ın her şeyi görmediğini söylemektir. Dolayısıyla böyle bir din; insanları saptırmış olur, sapmıştır. Din adamları ve insanları saptırmaktadır ve bunu bizzat kitaplarına koymuşlardır. Bunun dışında yine geçen hafta misal verdiğim Hz. Yakup Aleyhiselam ile güreş yapan bir Allah yani insan şeklinde yeryüzüne inen ve sonrada kendi kulu Hz. Yakup’la güreş yapan bir Allah ve ona yenilen bir Allah… Bunun gibi sapmalardan geçen hafta bahsetmiştim. Mesela Hz. Musa Aleyhisselam, Allah Azze ve Celle tarafından dağa davet edildiği zaman Ârâf suresi 142. Ayette (40 gece) “Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı” buyuruyor.

İşte o kırk gece Hz. Musa Aleyhiselam dağda iken onu bekleyen ümmeti aşağıda sapma gösterdiler. Musa Aleyhiselam onların arasından çıkarken onlara kendi gibi bir peygamber olan abisi Hz. Harun Aleyhiselam’ı yerine bıraktığı halde kırk gece bile istikamet üzere kalamadılar. Yani içlerinde bir peygamber var, buna rağmen sapma gösterdiler. Ve dediler ki: “Musa gitti gelmiyor bize bir ilah lazım böyle olmaz” dediler. Sanki ilahları yokmuş gibi, sanki Hz. Musa onların ilahıymış gibi. Bu insanlar güya Hz. Musa’ya iman etmiş olan Müslümanlar, bunlar güya Müslüman. “Ne yapalım dediler? Aramızda altın toplayalım, altını eritelim ve ondan bir buzağı heykeli yapalım. Bir inek yavrusu heykelini yapalım ve ondan yardım isteyelim.” Yani Hz. Musa Aleyhisselam onlara o kadar anlatmıştı. Yıllarca Hz. Musa’nın talebesi oldular. Firavunla olan mücadele yıllarında, onlarda onunla beraberdiler. Hz. Musa Aleyhisselamdan çok şey dinlediler, yıllarca ondan ders aldılar. Beş büyük peygamberden birisi olan Hz. Musa’dan ve Allah’ın Firavunu nasıl boğduğunu gözleriyle gördüler, onca mucizeler gördüler; tufan, haşerat, kan, kurbağa, çekirge gibi asa mucizesi, yed-i beyda mucizesi. Hz. Musa Aleyhisselam elini koynuna sokardı, çıkartırdı bembeyaz. Tekrar koynuna sokardı, eski haline gelirdi, buna “Yed-i beyda” deniyor. Yani “Beyaz el” diyebiliriz. Bunun gibi birçok mucizeler. Denizin yarıldığını gördüler ve denizden geçtiler. Kendileri için yarılan denizin Firavun ve askerler girdiği zaman kapandığını, hepsinin boğulduğunu gördüler. Hz. Musa’dan bunca yıl ders almışlar, bunca olay, bunca mucize görmüşler ama Musa Aleyhisselam onlardan kırk gece ayrılınca tekrar saptılar. Demek ki sapmak kolay bir şey yani insanın fıtratında sapmaya meyil var. Şems 8. Ayette Allah Azze ve Celle “Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun)” buyuruyor. İnsanoğlu her ikisi ile de donatılmıştır. Dolayısıyla hangisine meyletmek isterse, iradesini hangi alanda kullanmak isterse kullanabilir. Bu şekilde Hz. Musa Aleyhiselam’ı beklerken tekrar putperest oldular. Allah Azze ve Celle Tâhâ 83. Ayette Musa Aleyhisselam’a buyuruyor ki “Seni kavminden ‘çarçabuk ayrılmaya iten’ nedir ey Musa?” O da dedi ki “Mûsâ dedi ki: “İşte onlar, hemen peşimdeler. Benden daha çok hoşnut ve râzı olasın diye aceleyle sana geldim ey Rabbim!” (Tâhâ 84). Allah Azze ve Celle Tâhâ 85 de buyurdu ki “Dedi ki: “Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.”

Musa Aleyhisselam orada oruz gün oruç tuttu ve son on günde de kendisine Tevrat verildi. Kırk gece tamamlandı. Elinde Tevrat ile geldiğinde bir baktı ki kavmi sapmış, istikametten çıkmış ve tekrar putperest olmuşlar. Çok öfkelendi o kadar öfkelendi ki elindeki Tevrat’ı yere attı. Tevrat atılır mı? Kur’an-ı Kerim atılır mı?  Musa Aleyhisselam kendinden geçmişti, kendinden geçmiş olmasa bunu yapmazdı. Bu duruma gelmiş olan bir insan karısını boşasa, o da geçerli sayılmaz. Akıl yerinde olmadığı için akıl tamamen örtülmüş olduğu için bu bir boşanma sayılmıyor. Yani, Musa Aleyhisselam onlara o kadar öfkeli ki, Harun Aleyhisselam kendisinin abisi olduğu halde, o da bir peygamber olduğu halde onun sakallarından tuttu ve çekti. “Sen buna nasıl müsaade ettin? Ben seni bırakmıştım, bunların içinde bir sapma olacak olursa sen düzeltecektin” dedi. Yani hem abisi hem de o da bir peygamber ama Musa Aleyhisselam onun küçüğü de olsa ondan daha yetkiliydi. Allah’ın yetki verdiği iki peygamber ama yetkili olan Hz. Musa’ydı. Ve böyle davrandığı zaman Hz. Harun Aleyhisselam diyor ki “Ey anamın oğlu! Beni milletin içinde rezil etme, sakalımı çekme.” Burada anamın oğlu demesi “Annemiz, biz hata ettiğimiz zaman merhametle yaklaşırdı. Bizi affederdi. Sen beni affetmiyorsun. Annemizi hatırla, sende onun gibi davran. Beni milletin içinde rezil etme. Ben onlara söyledim, sapmayın dedim, elimden geldiği kadar engellemeye çalıştım ama az kaldı, beni de öldürüyorlardı. Çünkü asıl olan sensin ve sen onlara dedin ki ‘ben çıkacağım. Rabbimle sözleştim O’nunla görüşeceğim, geleceğim ve gittin geri gelmedin ve bunlar şüphe ettiler. Senin öldüğünden şüphe ettiler, ben ne söylersem söyleyeyim senden, benden, dinden, imandan şüphe etmeye başladılar. Çünkü sen gittin ve gelmiyorsun” İşte bu bir sapmaydı. Demek ki insanoğlu Hakk’a da temayüllü sapmaya da temayüllüdür.

Bu ümmette belki kırk gecede sapmadılar ama ümmet zayıflamaya başlayınca içimizden niceleri saptılar. Asırlarca yeryüzünde dünya devleti olmuşuz, büyük hizmetler yapmışız, dünyanın en güçlü devleti olmuşuz. Peygamberimizden, Osmanlı’nın son zamanlarına kadar çeşitli İslam devletleri hepsi de çok güçlü dünya devleti olmuşlardı fakat son zamanlarda bir gevşeme, tembelleşme görevini ihmal etme sonucunda gerilediler. Ve bu gerilemenin sonucunda ne oldu? Gerileme başladıktan sonra belki 40 gece sonra değil ama belki 40 sene sonra, belki 100 sene sonra, sonuçta bir sapma başladı. Bizde de aynısı oldu ve batılılaşma hastalığı başladı. Batılı insana özenme başladı. Hâlbuki her şeyi onlar bizden almışlardı. Batının gerçekleştirdiği 15. yüzyılın sonunda 16. yüzyılın başlarında batıda gerçekleşen Rönesans hareketi, bilim devrimi aslında kendilerinin ifadeleriyle bunu İslam’a borçlular. Batılı nice bilim adamları ve felsefeciler bunu İslam’a borçlu olduklarını itiraf ediyorlar. Bunların içinden vicdanlı olanlar; bunu itiraf ediyorlar. “Biz Rönesans’ı İslamiyet’e borçluyuz” diye açık açık söylüyorlar. Yani Matematik de bizdeydi, fizik de bizdeydi, kimya da bizdeydi, tıpta bizdeydi, astronomi de bizdeydi. Bizde bu bilimler gelişmişken o zamanın şartlarına göre tabi ki şimdi ki gibi değil, o zamanın şartlarına göre bizler bu bilimlerde ileri iken onlar hala orta çağı yaşıyorlardı. Kadın insan mı hayvan mı? bunun tartışmasını yapıyorlardı. Kadının ruhu var mı yok mu? Bunun tartışmasını yapıyorlardı. Bizde hukuk sistemi yerleşmişken onlarda hukukun “H”si yoktu. Biz bunların hepsini unuttuk ve batılılaşmaya başladık. Çünkü onlar bizi gelip geçmişti. Düşünmedik. Biz onlardan çok ileriydik. Bütün bilimleri biz onlara öğrettik. O zamanki nesil bunları düşünmedi. Sanki geri kalmışız zannettiler. Şimdiki neslimizde öyle zannetmeye devam ediyor. Halbuki 200 sene öncesine kadar dünya devleti bizdik, bunları unuttular. 250 sene öncesine kadar dünya devleti bizdik. Ve işte bu sapmalara sebep oldu.

Nasıl sapmalara sebep oldu? İbni Haldun’unda ifade ettiği gibi “Mağlup milletler, galip milletleri taklit ederler.” Hâlbuki aslında onlar düşmanlarıdırlar. Düşmanları olduğu için esasında onlardan nefret etmeleri gerekir. Ama mağlubiyet psikolojisi böyledir ve mağluplar, galiplere özenti duyarlar ve onları taklit ederler.

Müslümanlar ne yaptılar? Öncelikle maddi şeyleri onlardan aldılar yani mesela matbaa gibi. Peki, yanlış mı oldu. Elbette ki matbaa da olacak, hepsi de olacak. Burada söylenmek istenen şey şudur; Matbaanın kendisini hazır olarak aldılar. Oysa ilmini almalıydılar. İlmi almadılar, hazır aldılar. Bunun sonunda ne oldu? Bizde işsizlik, bizde fakirlik oldu. Biz onlara para ödeyerek aldık. Onları zengin ettik. Biz fakirleştik. Bizde yeni iş alanları açılmamış oldu. Batıda iş alanları açıldı, tüm dünyaya satış yaptılar. Bir taraftan neslimiz batıya hayranlık duymaya başladı. Çünkü her şey batıdan geliyor. Bunu yaparken de iddia şuydu: “Biz batıdan teknolojiyi alacağız, ama ahlakını almayacağız” Hâlbuki bu bir hayaldir. Teknolojiyi alırsanız, ahlakını da kültürünü de alırsınız. Siz bilimi alacaktınız. Onlar ne yaptılar; bizdeki bilimi aldılar, tercüme ettiler ve kendileri onu daha da geliştirdiler. O şekilde gelişme gösterdiler. Bizimkiler hazır aldılar. Bilimi almadılar, tercümeler yapmadılar ya da geciktiler. Bu arada atı alan Üsküdar’ı geçti. İşte bunun sonucunda batı hayranlığı başladı. Önce maddi şeyleri aldık, ondan sonra kültürel bir taklit başladı. Onların sanatlarını, onların şarkılarını, onların müziklerini, onların heykellerini, onların danslarını, onların kültürel şeylerinin hepsini almaya başladık. Daha sonrasında da onların kanunlarını almaya başladık. Onların insani ve ahlaki değerlerini almaya başladık. Sırayla ideolojilerini aldık. İdeoloji aslında bir dindir. Esasında onların dinini almış olduk. Yani Hıristiyan mı olduk? Yahudi mi olduk? Tek din Hıristiyanlık mıdır, Yahudilik midir?

İdeolojilerde bir dindir. Çünkü bir hayat nizamı içermektedirler. Şöyle yaşayacaksınız, şöyle yaşamayacaksınız demektedirler. Zaten dinler de bunu yapar. Bu yönüyle bir dindir, belki beşerî bir dindir. İnsanlar tarafından geliştirilmiş bir felsefe, bir hayat nizamını tavsiye ediyor. “Şu doğrudur şu yanlıştır” diyor. Bunu yapan dindir.

Sonunda bu noktaya geldik. Onlardan kapitalizmi de aldık, demokrasiyi de aldık, laikliği de aldık. Onların ideolojileri de zaten buydu. Zaten dinleri, hayatın dışında bir dindi. Onu alamazdık. Hıristiyanlık, batı âleminde de hayatın içinde değil, hayatın dışında, kilisenin dışına çıkmayan bir dindir. Bir Hıristiyan kilisede İsevi’dir. Kilisenin dışında gayri İsevi’dir.

Biz zaten onlardan Hristiyanlığı alamazdık. Çünkü Hristiyanlık hayatın dışındadır. Hayata dair kanunları yoktur. Şeriati iptal edilmiştir. Pavlus tarafından, şeriatsız bir din meydana getirilmiştir. Hayatın dışında, helalleri haramları olmayan, hayata karışmayan, parayı nasıl kazanacağımıza ve nasıl harcayacağımıza karışmayan, mirası nasıl taksim edeceğimize, nasıl savaşacağımıza ve ne nasıl Barış yapacağımıza, suçlulara hangi cezayı vereceğimize, devleti nasıl idare edeceğimize karışmayan bir dindir. Çünkü krallar tarafından hayatın dışına atılmış bir dindir. Çünkü hayata krallar hükmetmektedir. Dini hayatın dışına atmaları gerekmekteydi. Laikliği de bu amaçla ilan ettiler. Yani biz onlardan; var olan hayatı, hâkim olan dini, yani ideolojilerini almış olduk. Hayatın dışında olan Hristiyanlığı almadık ama hayata hükmeden ideolojilerini almış olduk.

Sunucu: Hocam belki onların istediği de buydu.

Alparslan Kuytul: Zaten onlar için mühim olan budur. Yoksa onlar için Hristiyanlığın çok bir ehemmiyeti yok. Çünkü onlar için Hristiyanlık hayata karışmıyor, önemli olan budur. Eğer hayatımız aynı, kalbimizdeki inanç farklı olsa ne olacak? Bir batılı ile bizim hayatımız aynıysa, kalpteki inanç biraz farklı olsa ne olacak? Yani bizde de Batı’yı taklit şeklinde sapmalar gerçekleşti. Bu önemli bir konudur. İslam alemindeki sapmalar hangi aşamalarla gerçekleşti? Bundan biraz bahsetmiş oldum. Yani geçmiş ümmetlerde sapmalar oldu, biz de hiç olmadı mı?  Bizde de oldu, halen olmaya da devam ediyor. Bunlara temas etmemiz lazım. Ben sadece bir tanesini söyledim. İslam alemindeki sapmalar da bir sebep de Batı’yı taklitti. Batı’yı taklit etmemizin de sebebi; geri kalmış olmamış yani geri kalmışlığımızın gerçek sebeplerini tespit etmemiz gerekirken, ona göre çözüm yolları bulmamız gerekirken, biz sadece Batı’yı taklit ettik. Halbuki yapılması gereken bu değildi.

Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizden önceki ümmetlerde; mesela İsrail oğullarından bir sapma örneği veriyor ve “Allah Yahudilere ve Hristiyanlara lânet etsin. Peygamberlerinin kabirlerini mescide çevirdiler.” [Buhârî, Salât 54; Müslim, Mesâcid 20, (530); Ebû Dâvud, Cenâiz 76; Nesâî, Cenâiz 106, (4, 95, 96).] buyuruyor. Allah, sakın onlara benzemeyin. Onlar böyle şeyler yaptılar, der. Allah Azze ve Celle onlara günahkarlıklarından dolayı, hayvanların iç yağını haram kıldı. İç yağı bize helaldir. Yani şeriatlar arasında fark vardır. Din aynı dindir. İnanç esasları aynıdır, ibadetler aynıdır, ancak birtakım tafsilatında fark olabilir. Hepsinde namaz vardır ama hepsi beş vakit olmayabilir. Hepsinde zekât vardır ama illa hepsinde 40 da 1 ya da 10 da 1, 20 de 1 olmayabilir. Daha farklı hükümler gelmiş olabilir. Mesela hayvanların iç yağı bize helaldir, onlara haram kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim onlara azgınlıklarından ve günahkarlıklarından dolayı hayvanların iç yağını ve bazı hayvanları haram kıldığını ceza olarak ifade ediyor. İç yağı onlara haram kılınınca ne yaptılar? Bakın sapmalar nasıl oluyor? İç yağı erittiler. Peygamberimizden iç yağını erittiklerini ve eritilmiş sıvı yağ olarak sattıklarını öğreniyoruz. Allah, iç yağını katı olarak haram kıldı ama biz bunu eritirsek sıvıyağı yaparsak, helal olur gibi düşündüler. Oysa Allah Azze ve Celle o yağın kendisini haram kılmıştır. Yağın kendisi haramdır yani onun haram olmasının sebebi, katı olması değildir. Yağın kendisi haramdır. Mesela bugün diyelim ki bir Müslüman; ‘domuzda işte şöyle mikroplar var, böyle bakteriler var, bunları halledersek helal olur’ dese aynı onlara benzemiş olur. Çünkü haram olmasının sebebini nerden biliyorsun? O bakteri olduğunu sana kim söyledi. Allah yetki sahibidir ve istediğini haram kılar. Domuzu haram kılmıştır. Domuz etindeki bakterilerden, vb. den dolayı değil, domuzun kendisi haramdır. Sen sadece onu tahmin etmiş oluyorsun. Allah’ın niye haram kıldığını bilemezsin? Yahudiler de ‘Allah bunu katı olarak haram kıldı, sıvı olursa helal olur’ dediler. Böyle bir şey yok. Bu bir sapmadır, sapmalar böyle oluyor.

İslam aleminde nasıl bir sapma oluyor? Buna benzer bir hileyle oluyor. Bazı insanlar böyle şeylere “Hile-i şeriyye (şer’i çare)” der. Bu hile-i şeriyye değil, “Hud’a hile-i şeriyye (yanıltan, aldatan çare)” dir. Yani hile-i şeriyye zannedilen ama tamamen haram olan bir şeydir. Mesela Allah faizi haram kılmıştır. Geçmişte İslam devletlerinde faiz haram olduğu için, faizli işlem yapanlar cezalandırılırdı. İslam devletinde faize izin verilemez. Faizciler, faiz yapmak isteyenler ne yapardı? Devletten korkanlar şöyle hile yaparlardı; birisinin paraya ihtiyacı var, gider faiz ile para veren birisine, bir tefeciye der ki ‘kendi aralarında önceden ya anlaşmışlar ya da zaten piyasası belli, bana şu kadar para lazım yüzde kaç faiz ekleyeceği belli o şekilde anlaşıyorlar ama şöyle yapıyorlar adam getiriyor parayı bir mendilini içerisine bir bezin içerisine parayı ya da altını koyuyor, diyor ki ben sana bugünkü parayla 100 bin lirayı bezin veya mendilin içerisine koyuyor ve diyor ki ben sana bu mendili 120 bin liraya yada  150 bin liraya sattım. Bu mendilin içindekini ben sana 150 bin liraya sattım. Yani bez 50 bin liraya gelmiş oluyor. Böyle bir bez var mı? Bu nedir aslında? Bu, faiz gibi görünmemesi için başvurulan bir hiledir.  100 bin lira verse 150 bin lira alsa faiz olacak, öyle olmasın diye mal satıyormuş gibi yapıyor. Allah Azze ve Celle Bakara 275. Ayette “Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.” ‘Bizim yaptığımız alışveriştir. Ben mal satıyorum’ diyor. Halbuki mal sattığı yok. Bugün bazı finans kurumları da benzeri hileler yapıyorlar. Açıklayın diyoruz, açıklamıyorlar. Bunların hepsi sapmadır. ‘Biz faizle para kazanmıyoruz, kâr zarar ortaklığı’ diyorlar ama sonra öyle şeyler duyuyoruz, öyle şeyler yapıyorlar ki resmen faiz. Hepsi için söylemiyorum, yaptıkları her işlem için de söylemiyorum ama böyle yapanlar var. Yaptığın şey resmen faiz, onu bir çeşit alışverişe benzetiyor, bazı kılıflar uyduruyorlar. Konumuz o olmadığı için tafsilatına girmeyeceğim ama gerekirse tafsilatına da gireriz. Nasıl yaptıklarını, bütün yaptıklarının birkaç tanesini biliyorum ve yaptıkları şey faiz ve insanları aldatılıyor. Kâr zarar ortaklığı deniyor. Sanki parayı bütünüyle bununla kazanıyorlarmış gibi, böyle bir hava estiriliyorlar. Aslında faiz diyebileceğimiz başka yollarla da para kazanıyorlar birkaç tane alışverişe benzeyen ama tam da alışveriş olup olmadığı kesin olmayan birkaç işlem yapıyorlar. Gerisinin ne olduğu belirsiz. İslam aleminde de sapmalar bu şekilde de ve buna benzer oluyor. Yahudilerin geçmişte iç yağını eritip de sıvı olarak satmayı helal görmeleri gibi, İslam aleminde de buna benzer sapmalar oldu. Peygamberimiz ‘onlara benzemeyin yoksa en küçük bir şeyde haramları helal sayarsınız’ buyuruyor. Peygamberimiz başka milletlere benzememe ve muhalif olma konusunda çok hassastır. Çünkü bunların hepsi sapmalara sebebiyet veriyor. Bir hadiste Peygamberimiz “Bir veya iki Mecusinin sakalını tıraş edip bıyıklarını uzatma gerekçesini, “Benim/bizim Rabbim(iz) -Kisra- böyle emretti.” demelerine mukabil, Hz. Peygamber (asm) da: “Benim Rabbim de bana sakalımı uzatıp bıyıklarımı kısaltmamı emretti.” diye cevap verdi. [bk. Taberi, Tarih, Beyrut, 1387, 2/654-656; “İbn Hacer, el-Matalibu’l-Aliye (benzer ifadelerle), Daru’l-Asıma, 1419, 10/381;  İbn Kesir, el-Bidaye Ve’n-Nihaye, 4/307]” buyuruyor. Peygamberimiz burada ne yapmaya çalışıyor? Onlara benzememizi engellemeye çalışıyor. Neden? Çünkü onlara benzedikçe sapmalar başlayacak, belki önce basit meselelerde, sonra daha önemli meselelerde, sonra daha da önemli meselelerde… İşte şimdi İslam aleminin durumu budur. Her konuda onlara benzemeye başladık. Halbuki Peygamberimiz bu konuda çok hassastır. Önemsiz gibi görülen, küçük gibi görülen birtakım konularda benzemeler olursa, daha önemli konularda da benzemeler başlar, onu engellemeye çalışıyor. Mesela bir gün bir Müslümanı mezara defin işlemi yapılırken bir Yahudi alimi geliyor, Peygamberimiz ve sahabe i kiram o sırada ayakta, Yahudi alimi diyor ki ‘biz de ölülerimizi defnederken böyle ayakta bekleriz’ Efendimiz buyuruyor ki ‘etrafındaki Müslümanlara oturun, bunlara benzemeyin, bunlara muhalefet edin’ diyor. Sapmamanız için bunlar küçük meseleler olabilir ama o küçük meselelerde dikkat etmezseniz, daha da büyür, büyür, büyür ve işte ondan dolayıdır ki ölüler mezara konurken bazı hocalar ‘oturun’ derler. Millet neden oturduğunu bilmez ama otururlar. İnsanlar bir taraftan defin gerçekleştirir, bir taraftan birisi Kur’an okur, o sırada diğerleri de oturur. Bazı insanlar yorulmayalım diye ‘Hocaefendi herhalde oturun, dedi’ zanneder. Halbuki öyle değil, kafirlere benzememek için Peygamberimizin emridir. Birçok meselede sapma söz konusudur.  

Geçmiş ümmetlerden misal vermiştim. Bir misal daha vereyim. Allah Azze ve Celle İsrail oğullarına cumartesi günü balık avlamayı yasaklamıştı. Bu ceza; onların suçlarından ve günahlarından dolayı verilmişti. Bu normalde bizim için serbesttir. Bize böyle bir haram yok, cumartesi günü çalışma yasağı ya da balık avlama yasağı yok, onlara var. Bize sadece ne zaman çalışmak yasaktır. Erkekler için cuma saatinde, ezan okunduktan sonra cuma namazının farzı bitene kadar yani yarım saat kadar bir süre yasaktır. Onlara tüm gün cumartesi çalışmak ve balık avlamak yasaktır. Allah-u Teâlâ onları itaate alıştırmak istiyordu. Çünkü itaat etmiyorlar, sürekli isyan ediyorlardı. Hz. Musa’ya devamlı “İşttik, isyan ettik” diyorlardı. Bu yüzden ceza verildi ve cumartesi günü balık avlamayacaksınız, haram denildi. Allah onları imtihan edecek ya cumartesi günü balıklar kıyıya kadar geliyor, balıklar suyun içinde zıplıyorlar ama ellerini uzatamıyorlar, avlayamıyorlar. Bir müddet sonra içlerinden bir tanesi bir hile düşündü ve cuma gününden ağını attı suya ve cumartesi günü balıklar takıldı, pazar günü çıkarttı, yedi. Tabi balığın kokusu ortalığı kapladı. “Ne yaptın sen? Cumartesi günü balık mı avladın?” dediler.  “Hayır” dedi. Ben pazar günü avladım. Halbuki cumartesi günü avlamıştı, sadece ağı sudan çıkartmamış, pazar günü çıkartmıştı. Bu da bir hileydi. Allah Azze ve Celle bu hileyi yapanları maymuna çevirdi, sonra da helak etti. Bakara 65. Ayette “Andolsun, sizden cumartesi (günü) yasağı çiğneyenleri elbette biliyorsunuz. İşte biz, onlara: ‘Aşağılık maymunlar olun’ dedik” buyuruyor. Buna “Mesih cezası” deniyor. Şeklinin değiştirilmesi cezasına uğrayan toplumun nesli devam etmez ve bu cezaya uğradıktan sonra öldürülürler. Bakın bu da bir sapmaydı. Maalesef bizim ümmetimiz içerisinde de buna benzer görülüyor. Mesela Allah Azze ve Celle ‘kadınlara saçlarınızı göstermeyin’ diyor, bazı kızlarımız ya da kız kardeşlerimiz başörtüsü zulmü varken, başörtüsü yasakken peruklar takıyorlardı. Halbuki başörtüsünün manası nedir? Öyle peruklar var ki, kadının kendi saçından daha güzel, daha çok dikkat çekebiliyor. Başörtüden maksat nedir? Senin gerçek saçını örtmen midir, İslam toplumu olduğunun belli olması mıdır? Bu toplum İslam toplumudur. Kadınların kıyafetiyle bu daha net ortaya çıkar. Kadınların kıyafeti bu yönden erkeklerin kıyafetinden çok önemli bir görev yapmaktadır. Buna benzer hileler; gerek ticarette faizden kurtulma yolları gibi, aslında kurtulmuyor. Bu tür hileler bir bakıma Haşa Allah’ı kandırmaya çalışmak gibidir. Bunların hepsi de dinde sapmadır. Demek ki itikatta da sapmalar var. İtikatta sapmalara geçmiş ümmetlerden bir iki misal verdim.

Bizim ümmetimiz de nasıl sapmalar oldu? Bizim ümmetimizde de başka ideolojilerin kabul edilmesi bir sapmaydı. Tevhidin terk edilmesi bir sapmaydı. “La ilahe illallah” ne demek? Allah’tan başka hiçbir ilah tanımıyorum, tanımayacağım. İlah ne demek? Ma’but; ibadet edilen, itaat edilen otorite, Allah’tan başka hiçbir otorite tanımıyorum, O’nun dışında hiç kimseyi otorite olarak kabul etmiyorum, O ne dediyse o, işte Müslümanlar bunu kaybettiler. Herkes “La ilahe illallah” diyor ama hayatlarına Allah’ın dışında başka otoriteler hükmediyor ve onlar da bunu kabul etmiş vaziyetler. Hem batı kültürünü hem de başkalarının hükmetmesine Allah’ın kanunlarına aykırı kanunlar koymasını Allah’ın nizamına aykırı nizamlar meydana getirmelerini kabul etmiş vaziyetler. Bu bir sapmadır. İslam medeniyetini terk edip başka medeniyetlerin içerisinde yer alıyorlar. İslam’ın temel inancını terk ediyorlar, birçokları “La ilahe illallah” diyor ama aslında demiyorlar. Hayatlarında Allah’tan başka ilahlar var, Allah’tan başkalarına itaat ediyor. Allah’ın kanunlarına aykırı kanunlar konuluyor, O da bunları kabul ediyor. Hani “La ilahe illallah” diyordun, hani Allah’tan başka ilah yok, otorite yok, tek otorite Rabbim’dir, ona itaat ederim, ondan başka otorite tanımam, diyordun. Tanıyorsun işte bak. Allah’ın dediğinin aksini söyleyen, Allah’ın kitabını rafa kaldıran, Allah’ın hükümlerini kaldırıp çağdışı kabul eden, bu zamanda olmaz diyen, kendileri kanun koyan otoriteleri kabul ediyorsun ve reddetmiyorsun. İşte bu tevhidden sapmadır. Bundan daha tehlikeli bir şey olabilir mi? İnsanın imanı tehlikededir.

Sunucu: Bu tevhidden sapma diğer sapmaları da beraberinde getiriyor.

Alparslan Kuytul: Tabii. Allah’tan başka otoriteleri kabul ederseniz, artık gerisi gelir. Kullara kulluk yapmaya başlarsınız, gerisi gelmiş olur.

İzlemek için tıklayınız;

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here